top of page
  • Yazarın fotoğrafıHale Acun Aydın

Konuk Yazar: @sebosmodernlife | Bir sağlıklı yaşama geçiş hikayesi

Bir gün Instagram'da karşıma rengarenk tabaklar çıktı. Kimdir bu diye bakınca ikiz annesi bir hostesin "benim ne gecem belli ne gündüzüm" demeden sağlıklı yaşam için ne kadar çaba gösterdiğini, yanında taşıdığı yemekleri, evde başta çocuklarına sonra eşiyle kendine pişirdiklerini, sürekli yeni tariflerini gördüm. Sonra mesajlaşmalarımız başladı. Uzaktan bir sevgi hikayesi anlayacağınız. Ve sağ olsun beni kırmayarak kendi hikayesini oldukça şeffaf bir şekilde paylaştı.


Şu an okumakta olduğunuz hayatı boyunca kilo problemi yaşamış bir kadının, 35’inde hayatına giren ikiz bebekleri sayesinde tımarlanarak “sağlıklı yaşam alışkanlıkları” kazanma hikayesi. Tam anlamıyla bir dönüşüm. Türü: Dram. Imdb Puanı: 9.1 Özet: Sonu mutlu sonla bitiyor. (Fena spoiler verdim.)


Başlangıçta her şey toz bulutuydu. Sonra o toz bulutunun içinden tombul bir çocuk çıktı. O çocuk normalde tüm yazını koşarak, bisiklete binerek ve kudurarak geçirir, kışın tuttuğu yağları kolaylıkla yakardı. Her nasılsa, bir yaz sonu bu böyle olmadı. Başlarda “tosun kız”, ortalarında “delikanlı” ve sonunda “yüzün güzel ama”lı bir erken gençlik dönemini dereceyle bitirdikten sonra en sağlıksızından tüm diyetleri bir bir denediğim bir 20’li yıllar faslı başladı.


Kendimi aç bırakarak sayısal hedeflerimi tutturmuş ama bedenen örselenmiş ve konuyu tam olarak çözmekten uzak halde uzun bir süre böylece devam ettim. Sonra Hosteslik sevdasına bulaşıp tüm düzenimin kaos olduğu, gecemi gündüzümü bilmediğim bir yaşam döngüsüne girdim. Haberler güzeldi: Dünya’yı gezecektim, üstüne para vereceklerdi. Kötü haberi çalıştıkça alacaktım: Uçarken yemek yeme alışkanlarım değişecek, tüm gün aç bil aç gezdikten sonra gecenin 1’inde gittiğim Urfa’da, x otelde çaya bile isotun konulduğu türde şark sofraları önüme serilecek, zaten olayı anlamamış olan bendenize bütün bunlar yol, su, elektrik olarak dönecekti. Döndü; kilo almalı vermeli yıllar hayatımda rutin bir yer kaplayınca , bi ara durumdan sıkılıp “eamaan yaa alırsam alayım” genişliğine ulaşmış, artık kilolu ve bunu kanıksamış, hala yemek işini çözememiş bi insan olarak hayatıma devam ettim.


Bu arada evlendim. Bulutların üzerinde uçmaya, sevdiğim adamın elini tutup dünyayı karış karış gezmeye başladım. Yalnız çok iyi gezdik. Hatta öyle böyle gezmedik. Ama ne gezdik. Bu kadar gezmeye etrafımızdaki insanlar bizden ölesiye soğumuş, “ne zaman çocuk yapacaksınız, yeterince gezmediniz mi?” demeye başlamıştı. Saf bir ikili olarak, çocuk bakımıyla ilgili sıfır tecrübe, eş-dost kimsede bir örnek olmayışı ve “ikimize benzeyen bi bebemiz olsun yeaaa” romantizmi birleşerek bu kem gözlü arkadaşların lafını fazlasıyla ciddiye alarak çocuk yapmaya karar verdik.


Leylek siparişimizi almadı.


Tam iki sene uğraştık, didindik. Sonra dediler ki “sebepsiz kısırlık”. İş geldi, dolaştı tüp bebek tedavisine, oradan bir isterken Allahın bol kepçe verdiği ikiz oğullarımızı kucağımıza almaya dönüştü.


Tüm hamileliği “bir alana, bir bedava” kampanyasından kendine ada almış bir çift gibi eblek bir sevinçle geçirdik. Kucağa alınca mortgage krizi patladı. Aylık uykularımız geri isteniyordu. Biz böyle anlaşmamıştık. Sözleşmenin altındaki o küçük yazıları okumadığımız içindi bunlar. Büyük kandırılmıştık. Yapacak bir şey yoktu, 18 yıl kadar düşe kalka da olsa idare edecektik.

Bendeniz, kilolu kaldığım ikiz hamilelik maceramda yalnızca 23 kilo alma başarısı göstermiş, önceden aldıklarım olmasa adeta futbol topu yutmuş bir kuğu gibi doğuma girecekken, bahsettiğim teknik nedenlerle 107 kilo olarak o güne damgamı vurmuştum. Uzun geçen hamileliğim sonunda toplamı neredeyse 7 kiloluk iki oğlum dünyaya gelmiş, totalde 10 kilo kaybederek hastaneden eve çıkmıştım. Sezaryen ödemleri de alıp başını gidince bir buçuk ayda 17 kilo gitmiş geriye 90 kilo ama gururlu bir Şebo geriye kalmıştı.


Yine dönüp dolaşıp başa sarmıştım. Üstelik bu kez tek de değildim. Hayatımın en “amaaan banane yaa” diyemeyeceğim bir dönemiydi. Lohusalık kısa sürmüyordu, hormonlar ters düz, duygular şelale ve ben iki bebeyle yalnız bir mücadele veriyordum. Bebeler ve koltukla bütünleşik geçen günlerde yemek yapmak benim için zordu. Hazır besleniyordum. Süt yapanın uyku ve su olduğundan bi haber şekere düşüyordum. Elde imkanlar buydu ve zaten bütünü göremediğim uykusuz günlerde tek yaptığım anı kurtarmaktı. Ama kaderin kompresör makinesiyle yaptığı cilveler bitmiyordu: içinde bulunduğum mesleki gereklilikler nedeniyle en azından bir 12 kilo vermem gerekiyordu. Veremezsem iş başı yapamayacaktım.


Spora başlamalıyım diye düşündüm. İki bebeyi bırakıp gidemeyeceğim için evde yapılan türden, videolu, kısa süreli, direnç antrenmanları yapmaya başladım. 12 haftalık fit olma vaadi veren yüksek tempolu bir programa girişmiştim. İlk iki hafta hamlıktan tuvalete bile oturamadığım halde kilo veremeyince, beslenmemi de yoluna koymam gerektiğini gördüm.

Bu bahsettiğim süreçte benim oğlanlar ek gıdaya geçiş dönemindeydi ve geceleri emzirme aralarında onları neyle beslemem gerektiğiyle ilgili hummalı okumalar yapıyor, x’in faydaları, y’nin zararları, k neye iyi geliyor başlıklı tüm görüş, karşıt görüş, makale, araştırma yazılarını okumaya ve bu esnada instagramın #sağlıklıyaşam dünyasına çekilmeye başlamıştım.


Şebnem'in kereviz aşkı

Beslenme üzerine ufkumu açan paylaşımlar okudukça evde ufak tefek değişiklikler yapmamın ilk meyvesini benim süt kuzularından birinin egzaması, yediklerimi değiştirdikten sonra geçince aldım. Bunun üzerine daha çok okumaya ve nedenlerini sorgulamaya, belki de doğru sorular sormaya başladım.


Her annenin evladı için en doğru kararı verme, en iyisini yapma sorumluluk bilinciyle onları nasıl daha sağlıklı beslerim diye kafa patlattığım gecelerden sonra bizim hanenin %50’si organik yaşama geçmişti. Kalan %50 evladımın rızkı o diyerek el yakan organikten uzak duruyor, çöp gıda olmasa da nispeten sağlıklı olan alternatifler tercih ediyordu. Bir süre sonra araştırmalarım sonucu bir miktar aydınlandım. Şöyle ki:


Hepimizin en temel yapısı hücrelerdi. Bunlara mitokondriler de deniyordu. Bu en temel hücremizin arzusu güzel bir enerji kaynağıydı. Et, süt, şeker, pide döner, hamburger, patates kızartması, profiterol falan bu enerjiyi ona sağlayamadığı gibi, canından bezdiriyor, oksidasyon denen hücre bozulmasına yol açıyordu. Zarar gören hücre mahalleden daha çok zarar görmüş arkadaşlarını çağırıyor ve yeterli sayıyı bulduktan sonra vücuda bir güzel girişip çeşitli rahatsızlıklara, hastalıklara, yaşlanmaya yol açıyorlardı. Eskiden genetik olarak düşündüğümüz pek çok hastalık, kader dediğimiz, önüne geçemeyeceğimizi düşünüp belki de kolayca kabullendiğimiz pek çok büyük bela, aslında hastalığa karşı önleyici bir anlayışla vücudumuza doğru yakıtı koyduğumuz vakit çözülebilir şeylerdi. Genetik %20 ise, doğru yakıt %80’di. Bedenimiz en büyük ibadethanemiz olduğu halde evlerimizi dip kıyı temizliyorken, onu sıklıkla temizlemiyor, evin içine koyduğumuz eşyaya kafa yorduğumuz kadar, bedenimize ne koyuyoruz düşünmüyorduk.


İşlenmiş gıdalar, gıda-gibi görünen gıdalar; endüstriyel yaşamın getirdiği hızlı ve pratik çözümler, beş dakikada olanlar, paketliler, paketin içinde uzun ömür sürenler, yedikçe yiyesin gelsin diye uydurulmuş kimyasal tozlar, katkı maddeleri, koruyucular bir yana, sürdürülebilir tarımdan uzaklaştığımız, her şeye ilacı bastığımız ve bunun için teşvik edildiğimiz, yumurtamızın hepsinin köy yumurtası olduğu fakat köyde başı boş gezen bir tavuğun bile zor bulunduğu çağlarda büyük şehir cangılında, hızın kölesi olarak yaşıyor oluşumuz durumu geniş yelpazede görmemize engel mi oldu bilmiyorum ama etrafta oto-immün rahatsızlıklar yaşayan, yaşam kalitesinde sıkıntılar çeken, kafamızı karışık düşüncelerimizden alamayan, çok da sorgulamayan insanlar haline geldik. Bedenlerimiz sinyaller gönderiyordu ama kendimizden uzaklaşmış, dinlemez olmuştuk. Aramızdan benim gibi bazı şanslılar(!) vücudun tepkilerini somut olarak- kilo alıp- görebiliyor, zayıf olanlar herhangi bir hastalığa yakalanmadan duruma uyanamıyordu.


Vücudumuza iyi gelmeyen, hazmetmekte zorlandığımız besinler vardı. İnek sütü gibi. Gluten yapışkan bir proteindi, buğdayda bulunuyordu. Neden asırlardır insanlara bir şeyler yapmıyordu da şu zamanda intikam alır gibi hallerdeydi? Tarım toplumu nerede hata yapmıştı? Genetiği oynanmış, insanın elinin kiri değmiş her varlık gibi o da bozulmuştu. Midemdeki ödemin sahibi, sisli düşüncelerimin müessibiydi. Maya iyiydi ama çevresi kötüydü. Alerjilerimi tetikleyen şeytan yüzlü melek buydu. Şeker insan beslenmesinde yeri olmayan bir bağımlılık ve hücrelerimizin yapısını bozup teknik sıkıntılara yol açan muhteşem bir icattı.


Sanırım 80’ler çocuğu olarak en büyük imtihanım şekerle olmuştu. Oysa dünyada bir dönem beynin yakıtı olarak muhteşem bir algı yaratılmıştı. Tıpkı özendiren sigara reklamları gibi. İnsanlığın ayarı bozulmuştu. Ve birileri bu işten iyi kazanç sağlamıştı.


Peki minnoş hücrelerimiz aslında bizden ne istiyordu? Güneş. Yakıtların en güzeli güneş ışınıyla buluşmuş sebzelerin bize sunduğu faydalı vitamin ve minerallerdi. Doğada bulunan pek çok sebze ve meyve artık antioksidan özelliğiyle anılıyor. (Önce eşeği kaybettirdiler, şimdi onu bulmaya çalışıyoruz.) Biz bu sebzeleri, yeşillikleri doğal ortamından aldığımız gibi ısıl işlemlere maruz bırakıyoruz. Buna da aslında “akşam yemekte türlü var hayatım” diyoruz. Belirli ısılarda bu vitamin ve mineraller yok oluyor. Çiğ sebze yemenin önemini, liflerin hayatıma girişi ve bağırsak floramı düzenlemesini bire bir yaşayarak tecrübe ettim. Bu daha çok miktarda lif almak için sebzelerin suyunu sıkarak içmeme yol açtı. Tohum filizlendirmenin önemini öğrendim. Gerçekten hayatta ne çok öğrenilecek şey vardı. Özellikle insan bedeninde. Örneğin Mikrobiyomumuz, içimizdeki çokluğu oluşturan, her birimiz için eşsiz nitelikte olan bakteri topluluğuydu. Biz onlara doğru yakıtı koyarak düzgünce çalışmasını, beynimize doğru serotonin, dopamin, endorfin salgılamasını sağlıyorduk. Tüm bu üretim bağırsakta oluyordu. Bağırsaklarımıza yaptığımız yatırım aslında geleceğe yatırımdı.


Probiyotikten zengin beslenmemiz gerekiyordu. Sütü yoğurt, kefir, lor olarak tüketmek yararlıydı. Yemekleri pişirmek out, çiğ beslenmek in, fermente etmek zirveydi.

İşin özü geleneksel beslenmeye dönüş yaptığımız ama etrafımızın hazır gıdalarla dolu olduğu bir süreç içerisindeyiz. Ben oğullarımı nasıl daha sağlıklı beslerim diye düşünürken, onların sağlıklı ama ana-babasının çöp gıda ile beslendiği bir hayat içerisinde olduğumuzu farkettim. Onlar sonsuza kadar sağlıklı yaşayacaklar, biz bu halimizle çok uzağa gidemeden yorulacaktık. Elbette öyle bir şey olmayacaktı, anası-babası kola içen her çocuk gibi onlar da kola içecek, sağlıksızın dibine vuracaktı. Üzüm üzüme bakarak kararacak, en yakınlarımızdakiler aynamız olmaya devam edecekti.


Yine de onlarla daha kaliteli ve iyi bir yaşam geçirmek, güçlü olmak, sağlıklı yaşlanabilmek

ve hayattan keyif alabilmek adına değişmez diye düşündüğüm bir çok beslenme alışkanlığından, inanışlarımdan ve bağımlılıklarımdan vazgeçtim. Başta kulağa korkunç gibi gelse de şu an yaşadığım hayat, ikinci bir hayat; kendime tanıdığım ikinci bir şans gibi. Damak tadım oldukça değişti ve gelişti. Ekmeksiz yapamam diyen, ağzına tatlı bir şeyler atmazsa kan şekeri düşecek olan o Şebo gitti, yerine aralıklı oruçla günde iki gün beslenebilen, açlığın vücuda verdiği şifayı deneyimleyip faydasını gören, kalıplardan sıyrılan, zihni açılan, kendini dinledikçe farkındalığı artan bir başkası geldi. Ha tamamen böyle besleniyorsun, hiç mi zararlı bir şey yemiyorsun? derseniz, hayatımda eksiler de var ama artılara kapım daha çok açık derim. Bu dünyaya bedenimizi olduğu kadar ruhumuzu da beslemeye geldik. Ama işin sırrı dengelemeyi bilmek. :)


En başlarda Whole30 (Tam30) denilen bir programla, bir ay boyunca gluten, rafine şeker, işlenmiş hazır gıdalar, maya ve laktozdan uzak durarak bu yola girdim. Bir ay sonunda göbeğim zannettiğim yerden bir balon uçarak gitmiş, burnumdaki tıkanıklık geçmiş, zihnim ışıldarken, her şeye yetebilecek güçte bir enerji üzerime gelmişti. Bu enerjiyle beraber iki çocuklu, yoğun iş tempolu bir hayatı yoluna koymaya başladıkça, insanlar bendeki değişimin daha çok farkına varır oldular. Tahlillerimde alerjilerimin azaldığını gördüm. O zamana kadar kilo vermek için karınca adımlarıyla gittiğim yolda, bir anda maratoncuya dönüşmem de inanılmazdı. Bir ayda 5 kilo vermiştim. Vücudum için düzgün sistemi kurduğumda kilo işi doğal dengesine dönüyordu. Kendimi paralamama, aç gezmeme gerek kalmıyordu. Arınma programının sonunda, dikkatle geri yükleme yaparak bedenimin hangi yiyeceklere, nasıl tepki verdiğini gözlemledim. Hala sene de bir kaç kere, mevsim geçişlerinde düzenli detoks yapıyorum. Bedenimi dinlemeye, sinyalleri okumaya ve kendime şefkatle yaklaşmaya çalışıyorum.


Demem o ki, ben bu yola yine bir an önce şu 12 kiloyu vermeliyim diye çıkmıştım. Hayatın ilk yarısı “ne yiyecek bu insanlar?” diyerek gezmiştim. Batıl düşüncelere ve kalıplara inanmıştım. Özünü anlamamak için, kıyısından kenarından geçip hep tur bindirmiştim. Kısa süreli diyetlerle bir sonuca ulaşıp, sonra her gün vur patlasın çal oynasın yaşadığımda geri dönüş olmaz sanmıştım. Oysa doğru soruları sormadığım için karşılık olarak yanlış cevaplar almışım. Olay bambaşkaymış. Öğrendim, anladım ve uyguladım. Yediğim tabağın içinden yeni bir insan olarak doğdum. Bu yeni Şebo olarak size “Alışkanlıklar değişir, hayat değişir.” Diyorum.


Bu maceranın yüksek bir bilinç seviyesi ve mutlulukla sonlanmasında yapımı geçen doğuştan tımar uzmanı iki oğluma ne kadar teşekkür etsem az. :)


Başlarda özel hesabım olarak kullandığım instagram sayfam @sebosmodernlife bu değişim rüzgarından etkilenerek tarifler, iyi yaşam çabamı ve öğrendiklerimi paylaştığım, birbirinden güzel insanlar tanıdığım ve bana benzer insanlara dokunabildiğim bir hesaba dönüştü."Detoksun,detoksumdur." diyen bir grup insanla dönemsel arınmalarımı yapıyorum, birilerine yol göstermenin sorumluluğuyla yaptığım bu arınmalarımda işi daha da ciddiye alıyorum; onlar beni, ben onları motive etmiş oluyor. Sonra dünyayı karış karış gezerken, çarşı pazar alışverişe çıkarıyorum onları. İnsanlar nasıl besleniyor, beslenme farklı kültürler için ne ifade ediyor beraberce görüyoruz. Bunun için youtube kanalına niyet, ig hikayelere kısmet Şebo ile Pazar Pazar serisini oluşturdum. :) Sadece araştırmakla kalmadım, Naturopati eğitimi ve sertifikası aldım. Bütünsel Sağlık Uygulayıcısı ve Alkali Beslenme Uzmanı eğitimlerim devam ediyor. Ömür boyu öğrencilik için kendimi çok genç ve başlarda hissediyorum. Mitokondrilerim beni yanıltmazsa önümde bu tutkuma ayıracağım uzun yıllar var. Heyecanla bekliyorum :)



3.998 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page